2025 11. Sınıf Tarih | 2.Ünite Özet | Değişim Çağında Avrupa ve Osmanlı
👀
👀
A. Roma Katolik Kilisesi ve Yeni Çağ’da Avrupa"
Orta Çağ, 395 yılında Roma’nın ikiye ayrılmasıyla başlayıp 1453’te İstanbul’un fethiyle sona ermiştir. Bu dönemde Avrupa, Roma Katolik Kilisesi’nin mutlak egemenliği altındaydı. Kilise, halkın yalnızca din adamlarının yorumladığı dini kurallara göre yaşamasını istemiş, bilimsel düşünceyi baskılamış, farklı düşünenleri cezalandırmak için Engizisyon Mahkemeleri kurmuştur. Bu nedenle dönem, tarihçiler tarafından “Karanlık Çağ” olarak adlandırılmıştır.
Aynı dönemde, Avrupa karanlıktayken İslam Dünyası ise bir “Altın Çağ” yaşamıştır. Özellikle Abbasiler Dönemi’nde, Bağdat’ta kurulan Beytül Hikme gibi kurumlarla matematik, astronomi ve tıpta önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu bilimsel birikim, daha sonra Avrupa’ya aktarılmış ve Avrupa’nın uyanışına katkı sağlamıştır.
Rönesans, 15. yüzyılın sonlarında İtalya’da başlamış ve bireyin akıl ve gözlem yoluyla bilgiye ulaşabileceği fikrini savunmuştur. Bu süreçte sanat, bilim ve felsefede büyük gelişmeler yaşanmış; skolastik düşünce yıkılmıştır. Rönesans, aynı zamanda Reform ve Aydınlanma gibi hareketlerin temelini atmıştır.
Reform Hareketi, 16. yüzyılda Martin Luther öncülüğünde Almanya’da başlamıştır. Bu hareket, Katolik Kilisesi’nin yozlaşmış yapısına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış ve Avrupa’da Protestanlık gibi yeni mezheplerin doğmasına neden olmuştur. Reform sonucunda, kilise devlet işlerinden ayrılmış, laiklik düşüncesi güçlenmiştir.
"B. Westphalia Barışı ve Modern Devletler Hukukunun Doğuşu"
1648 yılında imzalanan Westphalia Barışı, Otuz Yıl Savaşları’nı sona erdirmiştir. Bu anlaşma ile Avrupa’da ilk kez devletlerin egemenlik hakkı tanınmış ve başka bir devletin iç işlerine karışmama ilkesi kabul edilmiştir. Böylece modern devlet sistemi temellerini atmış; devletlerarası ilişkilerde uluslararası hukuk anlayışı doğmuştur. Osmanlı açısından bu barış, Avrupa’daki Hristiyan birliğinin sona ermesi anlamına geldiğinden, diplomatik açıdan avantajlı bir durum yaratmıştır.
Aynı dönemde Avrupa’da büyük bir Bilim Devrimi yaşanmıştır. Galileo, Newton gibi bilim insanları doğa olaylarını gözlem ve deney yoluyla açıklamaya çalışmış, böylece bilimsel düşünce ön plana çıkmıştır. Bu gelişmeler, Avrupa’da teknolojik ve zihinsel bir sıçrama yaratırken, Osmanlı İmparatorluğu ise geleneksel yapısını koruduğu için bu dönüşümden uzak kalmış ve geride kalmıştır.
Rasyonalizm yani akılcılık, bu dönemin en önemli düşünsel yönelimlerinden biridir. İnsan aklının her şeyi kavrayabileceği ve bilgi üretebileceği fikrine dayanan bu anlayış, Copernicus, Galileo ve Newton gibi isimlerin çalışmalarıyla somutlaşmıştır. Onların geliştirdiği kanıtlanabilir açıklamalar, modern bilimin temelini oluşturmuştur.
Bu döneme aynı zamanda Akıl Çağı (Yeniçağ) da denmektedir. Rönesans ve Reform hareketlerinin etkisiyle insanlar artık aklı, sorgulamayı ve bilimsel yöntemi benimsemeye başlamıştır. Avrupa’da feodalite sona ermiş, merkezi krallıklar güçlenmiş ve ulusal ordular oluşturulmuştur. Barutun ateşli silahlarda kullanılması, savaş stratejilerinde devrim yaratmış; bu gelişmeler, modern demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti anlayışının temellerini atmıştır.
👀
C. Avrupa’daki Gelişmeler Karşısında Osmanlı Devleti"
Coğrafi Keşifler, 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupalı denizcilerin yeni ticaret yolları ve kıtalar bulmak amacıyla çıktığı yolculuklardır. 1492’de Kristof Kolomb Amerika’ya ulaşmış, Amerigo Vespucci ise buranın yeni bir kıta olduğunu ortaya koymuştur. Bu keşifler sonucunda Avrupa büyük ekonomik kaynaklara ulaşmış, zenginleşmiş; buna karşılık Osmanlı’nın kontrolündeki ticaret yolları önemini yitirmiştir. Bu durum, Osmanlı ekonomisinde para değer kaybı, dış ticaretin daralması ve gelir kaybı gibi olumsuz etkiler yaratmıştır.
Tımar Sistemi, Osmanlı’da devlet görevlilerine maaş yerine toprak tahsisi esasına dayanıyordu. Bu sistem, aynı zamanda üretimi artırıyor, taşra güvenliğini sağlıyor ve asker teminini kolaylaştırıyordu. Ancak zamanla sistemin bozulmasıyla üretim azalmış, asker kaynağı daralmış ve taşrada otorite zayıflamıştır. Bu bozulma, toplumsal huzursuzlukları da beraberinde getirmiştir.
Kapitülasyonlar, ilk kez Kanuni Sultan Süleyman döneminde Fransızlara verilmiş, daha sonra I. Mahmut döneminde sürekli hâle gelmiştir. Başlangıçta siyasi ve ticari amaçlarla verilen bu ayrıcalıklar, zamanla Osmanlı ekonomisinin Avrupalı tüccarlara bağımlı hâle gelmesine neden olmuştur. Sanayi Devrimi sonrası ise yerli üreticiler, ucuz ve kaliteli Avrupa mallarıyla rekabet edemez hâle gelmiş, Osmanlı ekonomik olarak dışa bağımlı bir yapıya sürüklenmiştir.
Avrupa’da ortaya çıkan Merkantilist Ekonomi anlayışı, devletlerin zenginliği artırmak için dış ticaret fazlası vermesi gerektiği görüşüne dayanıyordu. Bu anlayışla birlikte Avrupa devletleri sömürgelerden hammadde getirmiş, üretim ve ticarette gelişme göstermiş, aynı zamanda ordu sistemlerini de modernleştirmiştir. Buna karşılık Osmanlı, geleneksel askerî düzeni sürdürmüş, bu nedenle modern Avrupa orduları karşısında zayıf kalmış ve savaşlardaki etkinliği azalmıştır.
👀
👀
Ç. Osmanlı Devleti’nde Çözülme Belirtileri"
Osmanlı Devleti’nin taşra düzeninin bozulması ve merkezî otoritenin zayıflaması, çeşitli toplumsal isyanların çıkmasına neden olmuştur. Bunlardan ilki olan Celali İsyanları, özellikle Anadolu’da görülmüş ve tımar sisteminin bozulması, yüksek vergiler ile kötü yönetim gibi sebeplerle ortaya çıkmıştır. Bu isyanlar, devletin taşradaki otoritesini ciddi şekilde sarsmış, güvenlik sorunlarını artırmıştır.
Yeniçeri İsyanları, genellikle başkent İstanbul’da meydana gelmiş ve ordu içindeki disiplin bozuklukları, çıkar çatışmaları gibi sebeplerle çıkmıştır. Zamanla yeniçeriler, siyasi bir güç hâline gelerek padişahları tahttan indirip çıkaracak konuma gelmişlerdir. Bu durum, devletin merkezî otoritesini ve iç güvenliğini tehdit eden bir yapıya dönüşmüştür.
Suhte İsyanları, işsiz kalan medrese öğrencileri tarafından çıkarılmıştır. Bu isyanlar, sadece bir sosyal huzursuzluğu değil, aynı zamanda Osmanlı eğitim sisteminde yaşanan bozulmaları da ortaya koymuştur. Medreselerin işlevini yitirmesi, nitelikli insan yetiştirme kapasitesini düşürmüş ve ilmiye sınıfında yozlaşmaya yol açmıştır.
Bu isyanların ortak noktası, merkezî otoritenin zayıflaması, ekonomik sıkıntılar, sosyal adaletsizlikler ve devlet mekanizmasının işlemez hâle gelmeye başlamasıdır. Bu gelişmeler, Osmanlı Devleti’nin çözülme sürecinin açık göstergeleri olmuştur.
"D. Osmanlı Devleti’nde Çözülmeyi Önleme Çabaları"
Osmanlı Devleti, yaşanan çözülmeleri durdurmak ve merkezi yapıyı güçlendirmek amacıyla çeşitli reform girişimlerinde bulunmuştur. Bu çabaların ilki, taht kavgalarını azaltmak amacıyla uygulamaya konulan Ekber ve Erşed Sistemi olmuştur. Bu sistem, hanedan üyeleri arasında en büyük ve en akıllı olanın tahta geçmesini öngörüyordu. Böylece saray içindeki veliaht belirsizlikleri ortadan kaldırılmış, yönetimde istikrar sağlanmaya çalışılmıştır.
Çözülmeyi önlemeye yönelik bir diğer adım, çeşitli Islahat Layihaları ile olmuştur. Bu layihalar, devlet adamları ve aydınlar tarafından hazırlanmış, Avrupa karşısında zayıflayan Osmanlı’nın yeniden güçlenmesini amaçlamıştır. Layihalarda ordu, maliye, eğitim, tımar sistemi gibi konularda öneriler yer almıştır. Ancak bu reformların çoğu ya uygulanmamış ya da yüzeysel kalmıştır. Yapısal bir dönüşüm sağlanamadan, sorunların üstü geçici çözümlerle kapatılmıştır.
Bu çabaların genelinde, mevcut düzeni tamamen yıkmak yerine düzeltmeye çalışma yaklaşımı hâkimdir. Bu nedenle reformlar çoğunlukla kalıcı bir çözüm üretmekte başarısız olmuş, sadece çözülmeyi yavaşlatabilmiştir.
👀
"E. Lale Devri (1718–1730)"
Lale Devri (1718–1730), Pasarofça Antlaşması sonrası Osmanlı'nın savaşsız bir döneme girmesiyle başlayan ve özellikle saray çevresinde Batı etkisinde yeniliklerin benimsendiği bir dönemdir. Bu dönem, sanat, edebiyat, mimari ve sosyal yaşamda canlılık göstermiştir. Özellikle Nevşehirli Damat İbrahim Paşa önderliğinde, Avrupa örnek alınarak birçok yenilik yapılmıştır. Bu yeniliklerin başında, 1727’de İbrahim Müteferrika tarafından kurulan matbaa, çiçek aşısının uygulanması, fabrikaların açılması ve barok mimarinin etkisiyle inşa edilen yapılar yer alır.
Bu dönemde, Avrupa ile kültürel temaslar artmış, elçilikler gönderilmiş, çeviri faaliyetleri başlamış ve modernleşmenin ilk adımları atılmıştır. Ancak saray halkı ve üst kesimler bu gelişmelerden yararlanırken, halkın yaşam koşulları ihmal edilmiş, lüks ve israf artmıştır. Bu durum, halkın ve askerî sınıfın tepkisini çekmiş, sonunda 1730’da Patrona Halil İsyanı ile Lale Devri sona ermiştir.
Her ne kadar kısa sürmüş olsa da Lale Devri, Osmanlı tarihinde Batı’ya açılmanın ve yenilik düşüncesinin simgesi olmuş; modernleşme sürecinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
"F. Osmanlı Devleti ve Matbaa"
Matbaa, Osmanlı topraklarına ilk kez 1493 yılında Yahudi haham Gerson tarafından getirilmiş ve gayrimüslim topluluklar olan Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler, kendi dillerinde kitap basmaya başlamışlardır. Bu dönemde Müslüman halk, matbaaya karşı mesafeli durmuş ve dini metinlerin elle yazılması gerektiği inancı nedeniyle baskıya uzun süre karşı çıkmıştır.
Müslümanlar için ilk matbaa, 1727 yılında İbrahim Müteferrika ve Said Efendi tarafından Lale Devri’nde kurulmuştur. Ancak bu gelişme kolay olmamış; hattatların geçim kaygısı, dinî çevrelerin baskısı ve düşük okuryazarlık oranı, matbaanın yaygınlaşmasını engellemiştir. Bu nedenlerle matbaanın Osmanlı topraklarında kullanılmaya başlanması, Avrupa’ya göre yaklaşık 250 yıl gecikmiştir.
Matbaanın kurulmasıyla 1729’da basılan ilk kitap, Vankulu Lügatı olmuştur. Bu gelişme, bilginin daha hızlı yayılmasına katkı sağlamış; ancak okuryazarlığın düşük olması ve kitapların sınırlı sayıda basılması, matbaanın toplumsal etkisini kısıtlı kılmıştır. Yine de bu adım, Osmanlı’da modernleşme sürecinin önemli bir parçası olarak kabul edilir.
"G. Osmanlı İlim-İrfan İnsanları"
Osmanlı Devleti’nde, özellikle 17. yüzyılda, bazı aydınlar ve ilim insanları, devletin sorunlarını anlamaya ve çözüm üretmeye çalışmışlardır. Bu kişiler, hem bilimsel gelişmeleri takip etmiş, hem de devlet yönetimiyle ilgili fikirler geliştirmiştir.
Bu dönemin en önemli isimlerinden biri olan Katip Çelebi (1609–1657), aynı anda tarihçi, coğrafyacı ve bibliyografya uzmanı olarak tanınmıştır. En meşhur eserlerinden biri olan Keşfü’z-Zünun, 14.000’e yakın kitap ve yazarı tanıtan bir bibliyografya eseridir. Diğer önemli eseri Cihannüma, döneminin önde gelen coğrafya kaynaklarındandır. Katip Çelebi, eleştirel düşünceyi savunmuş, Batı’daki bilimsel gelişmeleri yakından takip etmiş ve doğrulanabilir bilgiye ulaşmanın önemini vurgulamıştır.
Bir diğer önemli isim ise Koçi Bey’dir. IV. Murat ve I. İbrahim dönemlerinde yaşamış olan Koçi Bey, hazırladığı Koçi Bey Risalesi adlı eserde, Osmanlı Devleti’nin kurumlarındaki bozulmaları açık bir dille ele almıştır. Özellikle tımar sisteminin çöküşü, yolsuzluk, rüşvet, Yeniçeri Ocağı’ndaki disiplinsizlik gibi sorunlara dikkat çekmiş ve devletin yeniden güçlenmesi için çözüm önerileri sunmuştur. Bu risale, Osmanlı’da reform düşüncesinin düşünsel altyapısını oluşturan önemli belgelerden biri kabul edilir.
Bu iki düşünür, Osmanlı toplumunda bilgiye dayalı yönetim anlayışının gelişmesi için çaba göstermiş ve eleştirel, sorgulayıcı bakış açısının öncüsü olmuşlardır.
👀
"Ğ. Bir Padişah Portresi: IV. Murat (1612–1640)"
IV. Murat, 17. yüzyılda Osmanlı tahtına genç yaşta çıkan ve dönemin önemli padişahlarından biri olarak kabul edilen bir liderdir. Annesi Kösem Sultan’ın etkisiyle ilk yıllarda saray entrikaları içinde büyümüş, ancak zamanla disiplinli ve otoriter bir yönetim tarzı benimsemiştir. Devletin içinde bulunduğu kargaşa ortamını düzeltmek için sert reformlar yapmış ve özellikle asayişi sağlamak amacıyla katı yasaklar uygulamıştır.
IV. Murat, tütün, kahve ve içkiyi yasaklamış, bu yasaklara uymayanlara ağır cezalar vermiştir. Halkın arasında kılık değiştirerek dolaşmış ve denetimler yaparak düzeni sağlamaya çalışmıştır. Bu yönüyle mutlak otoriteyi yeniden kurmaya çalışan bir hükümdar olmuştur.
Askerî alanda da etkin olan IV. Murat, Revan (1635) ve Bağdat (1638) seferlerine bizzat katılmıştır. Bağdat Seferi sonucunda 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması ile Safevilerle uzun süreli barış sağlanmış, Bağdat Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bu başarı, Osmanlı’nın doğu sınırlarını güvence altına almış ve ordunun hâlâ güçlü olduğunu göstermiştir.
IV. Murat ayrıca bilim ve sanata ilgi duyan bir padişahtı. Özellikle astronomi ve mühendislikle ilgilendiği, sarayda bu alanlarda çalışan bilim insanlarına destek verdiği bilinmektedir. Tüm bu özellikleriyle IV. Murat, Osmanlı’nın duraklama döneminde otoriteyi yeniden kurmaya çalışan güçlü bir figür olarak öne çıkmıştır.
👀
👀
long özetleri güzel. sorular da yok mu
YanıtlaSil