OSMANLI DEVLET İDARESİ / SEYFİYE - İLMİYE - KALEMİYE




‌Osmanlı toplumu yönetenler ve yônetilen olmak üzere iki gruptan oluşur. Yönetenler olarak da adlandırılan yönetici sınıf; Seyfiye, İlmiye ve Kalemiye olmak üzere üç sınıftan meydana gelmektedir. Yönetici sınıf askeri sinif olarak da adlandirilmiştir. 

Yönetici sınıfta görev alacak kişilerde Müslüman olma şartı aranmıştır.

‌ Osmanlı devlet idaresini oluşturan unsurlardan biri olan Seyfiye sınıfı; yönetim ve askerlik işleriyle ilgili yetki ve sorumluluklar almışlardır. Seyfiye sınıfını Divan-ı Hümayun'da Sadrazam, Vezirler, Kaptan-ı Derya ve Yeniçeri Ağası gibi görevliler  temsil etmiştir. Taşrada ise Beylerbeyi ve Sancakbeyi gibi görevliler Seyfiye sınıfını temsil etmişlerdir. Divanı Hümayun; devletle ilgili meselelerin görüşülüp karara bağlandığı yerdir. 

Taşra ise merkezin yani başkentin dışında kalan topraklara verilen isimdir.

‌ Osmanlı devlet idaresini oluşturan unsurlardan bir diğeri olan Kalemiye sınıfı; devletin idari ve mali işleri ile ilgilenen sınıftır. Divan-ı Hümayun'da yani merkezde Defterdar, Nişancı ve Reisülküttap Kalemiye sınıfını temsil etmişlerdir. Devletin iç ve dış yazışmaları, fethedilen hazine arazilerinin kayıt altına alınması da Kalemiye sınıfının sorumluluğunda ve Nişancı görevidir. Devlet hazinesinin gelir ve giderlerinden sorumlu olan görevli ise Defterdardır.

‌ Osmanlı devlet idaresini oluşturan unsurlardan bir diğeri ise İlmiye sınıfıdır. Ulema sınıfı olarak da bilinir. İlmiye sınıfına mensup olan görevliler din, eğitim ve hukuk işleriyle ilgilenmişlerdir. İlmiye sınıfının Divan-ı Hümayundaki temsilcileri arasında Kazasker ve Şeyhülislam bulunmaktadır. İlmiye sınıfının taşradaki temsilcileri arasında kadılar ve müderrisler bulunmaktadır. Medrese eğitimi alan kişiler ancak ilmiye sınıfında görev alabilmişlerdir. Divan-ı Hümayun'daki davalarda yargıçlık yapmak ve medreselerde okutulacak müfredatı belirlenmek kazaskerin görev ve sorumluluğundadır. İlmiye sınıfının yetki ve görev alanına giren konulardan biri de divanda alınan kararların İslam dinine uygun olup olmadığı yönünde fetva vermekti. Fetva vermek yetkisi, Osmanlı devleti'nde ilmiye sınıfının başı olarak kabul edilen Şeyhülislam tarafından kullanılırdı. 

Şeyhülislam, Kazasker, Müderris, müftü ve kadı gibi ilmiye sınıfına mensup kişilere ulema adı verilmiştir.

‌ Osmanlı toplumunda yönetici sınıfın dışında yönetilenler adıyla bilinen reaya sınıfı da bulunmaktadır. Reaya sınıfından söz etmek gerekirse; Şehirli, köylü ve göçebe olarak da tabir edilen reaya sınıfı devlete vergi ödeyen kesimdir. Yönetici kesim ise devlete vergi ödemez tam tersine devletten maaş alırdı.

‌ Osmanlı Devleti'nin taşra teşkilatında görev alan kadılardan söz etmek gerekirse, kazaların başında bulunan ve kazaların yönetiminden sorumlu olan Kadıların atamaları ve yer değiştirmeleri Kazasker tarafından yapılırdı. Kaza, günümüzdeki ilçelere benzebileceğimiz bir idari yapıdır. Halk arasındaki davalara bakmak ve davaları karara bağlamakla görevli olan Kadılar; Evlenme, Boşanma, Vakıf Kurma, Vekalet Verme ve Alım satım gibi işlerden de sorumlu olmuşlardır. Medrese eğitimi alan Kadılar, kazalarda ticaret işlerini denetlemişler ve günlük hayatın sorunsuz şekilde yürümesine çalışmışlardır.

 

‌ Osmanlı devleti'nde eğitim ve öğretim faaliyetlerine baktığımızda; eğitim ve öğretimin yapıldığı en temel kurum medreseler olarak görülmektedir. Medreseler; ortaöğretim ve yükseköğretim yani lise ve üniversite düzeyinde eğitim veren önemli bir kurumdur. Medreselerde dini eğitimin yanında fen ilimleri de okutulmuştur. Osmanlı Devleti'ne ait ilk medrese Orhan Bey zamanında İznik'te açılmıştır ve bu medresenin ilk müderrisi 'Davut el Kayseri'dir. Medrese eğitimini tamamlayanlar icazet alarak müftü, kadı ve müderris gibi görevlere atanmışlardır.


‌ Osmanlı devleti'ndeki önemli bilim insanlarından bir kaçına değinelim. Tıp, eczacılık ve tasavvuf alanında çalışmalar yapmış olan Akşemsettin, Fatih Sultan Mehmet'in hocası olarak da bilinir. Akşemsettin 'Madde-ül Hayat' adlı eserinde ilk defa bazı hastalıkların tohum adını verdiği mikroplardan kaynaklandığını öne sürmüştür. Bu sebeple Akşemsettin Mikrobiyolojinin kurucusu olarak da kabul edilmektedir.

‌ Timur'un torunu ve Timur Devleti'nin 4. hükümdarı olan Uluğ Bey, bilime önem vermiş ve Semerkant'ta bir rasathane açmıştır. Ayrıca matematik ve astronomi alanında çalışmalar yapan Uluğ Bey yaşadığı döneme damga vurmuş bir hükümdar ve bilim insanıdır. Uluğ Bey'in adı astronomi bilimine katkılarından dolayı NASA tarafından aydaki kraterlerden birine verilmiştir. Gözlemevi olarak da bilinen Rasathane, gök cisimlerinin yani yıldızların hareketlerini incelemek için kurulan yapılara verilen isimdir. Gök cisimlerinin yani yıldızların hareketlerini inceleyen bilim dalına ise Astronomi adı verilir.

‌ Kadızade-i Rumi ve Uluğ Bey'den matematik ve astronomi dersleri almış olan Ali Kuşçu; matematik ve astronomi alanında birçok eser de yazmıştır. Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı Devleti'nin hizmetine giren Ali Kuşçu, Ayasofya medresesinde müderrislik yapmış ayrıca Osmanlı medreselerinde matematik öğrenimini başlatan ilk kişi olarak da kabul edilir. Ali Kuşçu'nun matematik alanında 'Muhammediye' ve 'Fethiye' isimli iki önemli eseri bulunmaktadır. Türkiye'deki ilk ve gerçek astronomi hocası olarak kabul edilen Ali Kuşçu'nun ismi astronomi bilimine katkılarından dolayı NASA tarafından aydaki kraterlerden birine verilmiştir.

‌ Osmanlı sanatına baktığımızda; fırınlanmış toprak levhalar üzerine çeşitli boyalarla motif ve desenlerin çizilmesine Çini sanatı adı verilmiştir. Osmanlılar zamanında İzmit, Bursa ve Kütahya gibi yerler çini sanatıyla ün kazanmış şehirlerdir. Arap alfabesiyle Güzel yazı yazma sanatına Hat sanatı adı verilmiştir. İslamiyetin kabul edilmesiyle birlikte hat sanatı Türklerde yaygınlaşmaya başlamıştır. Hat sanatını icra eden kişilere Hattat ismi verilmiştir. Amasyalı şeyh Hamdullah Osmanlı hat sanatının kurucusu kabul edilmiştir. Kıvamlı  su üzerine serpilen boyalar ile resim yapılıp kağıda aktarılması ile oluşan süsleme sanatına Ebru adı verilir. Mehmet efendi Osmanlı'da bilinen ilk Ebru ustasıdır.

‌ Fatih Sultan Mehmet'in babası ve Osmanlı Devleti'nin altıncı padişahı olan ikinci Murat, Türkçeye çok önem vermiş bunun yanında Arapça ve Farsça eserler tercüme ettirmiştir. Ayrıca imar ve bayındırlık faaliyetlerine önem verdiği için Ebü'l Hayrat "hayır işlerinin babası" diye anılmıştır.

‌ Resim, şiir ve müziğe büyük önem veren Fatih Sultan Mehmet, 'Avni' mahlası ile şiirler yazmıştır. İkinci Beyazıt 'Adli' mahlasıyla şehirler yazmıştır. Yavuz Sultan Selim 'Selimi' mahlası ile şiirler yazmıştır. Biri Farsça olmak üzere iki Divan sahibi olan Kanuni Sultan Süleyman, 'muhibbi' mahlası ile şiirler yazmıştır.

‌ İstanbul'un fethinin sebepleri arasında; İstanbul'un üç kıtayı birbirine bağlaması, Deniz ve kara ticaretinin kesiştiği bir merkez olması, Bizans'ın Osmanlı devleti'nde yaşanan taht kavgalarında taraf tutarak Osmanlı'yı yıpratmaya çalışması, Osmanlı Devleti'nin Anadolu ve Rumeli topraklarını birleştirerek toprak bütünlüğünü sağlamak istemesi diyebiliriz.

‌ Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un fethi için yaptığı hazırlıklar; Karamanoğulları Beyliği itaat altına alınmış, Karadeniz'den Bizans'a gelebilecek yardımları önlemek ve kuşatma sırasında üs olarak kullanmak amacıyla Rumeli Hisarı (boğazkesen) yaptırılmış, Osmanlı donanması güçlendirilmiş, Balkanlardaki devletlerle saldırmazlık antlaşmaları yapılmış ve Şahi adı verilen büyük toplar döktürülmüştür.

‌ 6 nisan 1453 tarihinde başlayan İstanbul kuşatması, 29 Mayıs 1453 tarihinde sona ermiştir. 53 gün süren kuşatma sonrasında İstanbul fethedilmiştir. İstanbul'un fethinin Türk tarihi açısından sonuçları; Osmanlı kuruluş devri sona ermiş yükselme dönemi başlamıştır. İstanbul'un fethi ile birlikte Osmanlı Devleti'nin başkenti Edirne'den İstanbul'a taşınmıştır. Osmanlılar imparatorluğa dönüşmüştür. II mehmet'e Fatih unvanı verilmiştir.

‌İstanbul fethinin dünya tarihi açısından sonuçları; ortodokslar Osmanlı Devleti'nin hakimiyetine girmişlerdir. İpek ticaret yolunun Osmanlı Devleti'nin kontrolüne girmesiyle Avrupa'da coğrafi keşifler ortaya çıkmıştır. Avrupa'da Şahi adı verilen büyük topların kullanılmasıyla Avrupa'daki derebeylere ait şatoların yıkılmasının önü açılmıştır. Orta çağ bitmiş ve Yeni çağ başlamıştır.

‌ Safevilerin Anadolu'da şii propagandası yapması sebebiyle Yavuz Sultan Selim 1514 tarihinde Safeviler üzerine Çaldıran seferine çıkmıştır. Osmanlı ordularının safevileri Çaldıran ovası'nda yenmesiyle Tebriz, Musul, Kerkük ve Erbil Osmanlı topraklarına katılmıştır. Doğu Anadolu Osmanlı egemenliği altına girmiştir. Anadolu"daki Şii tehlikesi bir süreliğine engellenmiştir.

‌ Osmanlı devleti ile dulkadiroğulları arasında 1515 yılında yapılan turnadağ savaşıyla Dulkadiroğulları Beyliği yıkılmış Maraş ve Elbistan toprakları Osmanlı Devleti'nin hakimiyeti altına girmiştir. Turnadağ Savaşı'ndan sonra Adana merkezli ramazanoğulları beyliğine de son verilmesiyle Anadolu'daki Türk siyasi birliği kesin olarak sağlanmıştır.

‌ Yavuz Sultan Selim, 1516 yılında memlükler üzerine Mısır seferine çıkmıştır. Mısır seferine çıkılmasının nedenleri arasında Fatih Sultan Mehmet ve II. Beyazıt döneminde Memlüklerle yaşanan sorunlar sayılabilir. Mısır seferinde memlüklerle mercidabık ve Ridaniye savaşları yapılmıştır.

‌ Yavuz Sultan Selim'in çıktığı Mısır seferinde memlüklerle Suriye topraklarında 1516 yılında Mercidabık savaşı yapılmış ve Memlük hükümdarı Kansu Gavri bu savaşta hayatını kaybetmiştir.

‌ 1517 yılında memlüklerle yapılan ridaniye Savaşı'nda memlük devleti yıkılmıştır. Ridaniye Savaşı'nın sonuçları Suriye, Lübnan, Mısır, Filistin ve hicaz bilgileri Osmanlı kontrolüne geçmiştir. Baharat ticaret yolunun denetimi Osmanlı Devleti'nin kontrolüne geçmiştir. Baharat yolu hindistan'dan Avrupa'ya uzanan bir ticaret yoludur. Memlük hazinesi, Osmanlı devletinin hazinesine aktarılmıştır. halifelik makamı Osmanlı devleti'ne geçmiştir. Memlüklere ödenen vergiler artık Osmanlı devletine verilmeye başlanmıştır. Osmanlı devleti afrika'dan ilk kez bir toprak parçası almıştır.

‌ Macaristan'ın ve orta Avrupa'nın kapısı konumunda olan Belgrad Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1521 yılında fethedilmiştir. Böylelikle Avrupa'ya yapılacak seferler için önemli bir üs ele geçirilmiştir.

‌ Kanuni Sultan Süleyman, 1526 yılında yaptığı Mohaç meydan muharebesinde macarları yenmiş ve Macaristan topraklarının büyük bir kısmını kontrol altına almıştır. Macar topraklarının Osmanlı Devleti'nin kontrolüne girmesiyle Avusturya ve Osmanlı devleti arasında ilk komşuluk ilişkisi de başlamıştır. Osmanlılar ile Avusturya arasında yeni savaşlara zemin hazırlanmıştır.

‌ Kanuni Sultan Süleyman, 1529 yılında Avusturya'yı etkisiz hale getirmek için Viyana'yı kuşatmıştır; Bu gelişme tarihe birinci Viyana kuşatması olarak geçmiştir. fakat kış şartlarının olumsuz etkisi,  salgın hastalıkların zararları, büyük topların viyana'ya götürülmemesi  ve gereken hazırlıkların tam olarak yapılmaması sebebiyle birinci Viyana kuşatması başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

‌ Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1533 yılında Avusturya ile İstanbul antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Avusturya, Osmanlı devleti'ne vergi ödemeyi kabul etmiştir ve Avusturya Arşidükü protokol bakımından Osmanlı sadrazamına denk sayılmıştır. Bu gelişmeler Osmanlı Devleti'nin İstanbul antlaşması ile avusturya'ya siyasi üstünlüğünü kabul ettirdiğinin göstergesidir.

‌ Kanuni Sultan Süleyman zamanında macarlar ve Avusturya üzerine yapılan seferlerin uzun sürmesi hazine girenlerin artmasına neden olmuş ve Osmanlı Hazinesinin Kanuni Sultan Süleyman döneminde ilk kez açık vermesine sebep olmuştur.

‌ Kanuni Sultan Süleyman zamanında şii propagandası yaparak Anadolu'da karışıklık çıkaran safeviler üzerine üç sefer düzenlenmiştir. Bu seferler neticesinde Osmanlı devleti ile safeviler arasında 1555 yılında Amasya antlaşması imzalanmıştır. Osmanlı devleti ile safeviler arasında imzalanan ilk resmi antlaşma olan Amasya antlaşması'na göre Tebriz, Erivan Bağdat ve Irak Osmanlı devleti'ne bırakılmıştır.

‌ Osmanlı ekonomisi ilk zamanlarda tarım ve hayvancılığa dayanmaktaydı; fakat ilerleyen dönemlerde sınırların genişlemesi, İpek ve baharat ticaret yollarının denetim altına alınması ile osmanlı'da ticaret gelişmeye başlamıştır. ticaretin gelişmesi ile birlikte ticaret yolları üzerinde Kervansaraylar, Bedestenler ve Hanlar inşa edilerek tüccarların ihtiyaçları karşılanmaya çalışılmıştır.

‌ Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avrupa'daki Hristiyan birliğini parçalamak, coğrafi keşiflerin olumsuz taraflarını önlemek ve Akdeniz ticaretini canlandırmak amacıyla 1555 yılında Fransızlara kapitülasyonlar verilmiştir kapitülasyon: bir devletin başka bir devlete verdiği ticari, ekonomik ve hukuki imtiyaz veya ayrıcalıklara verilen isimdir.

‌ Katolik kilisesinin bozulması ve kilisenin endüljans adıyla günah çıkarması ve halkı ekonomik olarak sömürmesi üzerine onaltıncı yüzyılda Almanya'da başlayan ve daha sonra diğer Avrupa ülkelerine yayılan dini alandaki düzenlemelere reform adı verilir. Alman ilahiyatçı Martin luther'in öncülük ettiği reform hareketleri Avrupa'da mezhep savaşlarına sebep olmuş ve bu savaşlar Augburg antlaşması ile sona ermiş ve Protestanlık mezhebi ortaya çıkmıştır.

‌ Topkapı Sarayı, İstanbul'un fethinden sonra devlet işlerinin yürütmesi ve padişahın ailesi ile birlikte yaşamını sürdürmesi amacıyla Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460-1478 yılları arasında inşa edilmiştir. Topkapı Sarayı padişahın hizmetkarlarının bulunduğu Enderun (iç saray), Birun (dış saray) ve padişahın Özel hayatını geçirdiği Harem olmak üzere üç bölümden oluşmuştur. Topkapı Sarayı yaklaşık olarak 380 yıl devletin yönetim merkezi olarak kullanılmıştır. 1843-1856 yılları arasında Dolmabahçe Sarayı inşa edildikten sonra devletin yönetim merkezi Dolmabahçe sarayı'na taşınmıştır.

‌ Osmanlı devleti'nde siyasi, askeri, adli ve Mali işlerin görüşülüp karara bağlandığı yere divan-ı hümayun adı verilir. Divan hümayun ilk olarak Orhan Bey zamanında kurulmuştur ve günümüzdeki bakanlar kuruluna benzetilebilir. Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar padişahlar Divan-ı hümayun'a başkanlık ederken Fatih Sultan Mehmet'ten sonra ise Sadrazam Divan-ı hümayun'a başkanlık etmeye başlamıştır. Padişah ise 'kasır adl' denilen kafes arkasından divan-ı hümayun toplantılarını takip etmiştir. sadrazam yani vezirazam, vezirler, defterdar, Kazasker, nişancı, reisülküttap, Şeyhülislam, Yeniçeri ağası ve Kaptan-ı Derya gibi devlet adamları divan-ı hümayun'un asil üyeleridir.

‌ Osmanlı devleti'nde Sadrazam padişahtan sonraki en yetkili kişi ve padişahın mutlak vekili kabul edilirdi. Sadrazam, devletin idaresi ve askerlik işleri ile ilgilenmiş ve Padişahın mührünü taşımıştır. Sadrazam, padişah sefere katılmadığı zaman Serdar-ı Ekrem ünvanı ile ordunun başında görev almıştır. Sadrazamlık makamına yani hükümet binasına Bab-ı Ali adı verilmiştir

‌ Defterdar, Osmanlılarda devletin gelir ve giderlerini hesaplayarak bütçe hazırlayan devlet görevlisidir. Defterdar, Günümüzdeki maliye bakanına benzetilebilir. Fatih Sultan Mehmet'ten itibaren Defterdar sayısı Rumeli ve Anadolu olmak üzere 2'ye çıkarılmıştır. Rumeli  defterdarının rütbesi Anadolu defterdarına göre daha yüksektir.

‌ Kazaasker, Osmanlı devleti'nde eğitim, adalet ve askeri davalardan sorumlu olan devlet görevlisidir. Kazasker, Günümüzdeki Adalet bakanına benzetilebilir. Kadıların ve müderrislerin atama ve terfi işlerinden sorumlu olan kişi de yine Kazaskerdir. Kazasker olabilmek için Türk ve Müslüman kökenli olmak ve medrese eğitimi almış olmak şartı vardır. Devşirme kökenliler bu göreve getirilemezlerdi.

‌ Osmanlı devleti'nde fethedilen topraklar Nişancı tarafından Tahrir defterlerine kaydedilirdi. Nişancı günümüzdeki Tapu ve kadastro görevlerini üstlenen bir devlet memuru gibiydi ayrıca padişahın tuğrası (imzasını) taşımış, padişahın Ferman ve beratlarına tuğra çekmiştir.

‌ Reisülküttaplık, Osmanlı devleti'nde onyedinci yüzyıldan sonra devletin diplomatik işlerini yürütmek amacıyla kurulmuş olan bir memurluktur. Onyedinci yüzyıldan sonra dış işlerinden sorumlu olan reisülküttap bugünkü dışişleri bakanına benzetilebilir.

‌ Şeyhülislam, Divan-ı hümayunda alınan kararların dine uygun olup olmadığı hususunda fetva verme yetkisi bulunan devlet görevlisidir. İlmiye sınıfının başı olarak kabul edilen Şeyhülislam,  Padişah tarafından atanır veya görevden alınırdı. Şeyhülislam olabilmek için Müslüman ve Türk kökenli olmak şartı vardır. Devşirme kökenliler şeyhülislam olamazlardı.

‌ onaltıncı yüzyıldan sonra Divan-ı Hümayun üyesi olan Yeniçeri Ağası, Divan'da alınan kararları yeniçerilere bildirmek ve İstanbul'un güvenliğini sağlamakla görevli olan devlet görevlisidir.

‌ Osmanlı donanmasının başında bulunan kişiye 'Kaptan-ı Derya' adı verilmiştir. Bu görevliyi Günümüzde 'Deniz Kuvvetleri Komutanına' benzetebiliriz. Kaptan-ı Derya onaltıncı yüzyıldan sonra Divan-ı hümayun'a üye olmuştur.

‌ Veraset sistemi; Türk devletlerinde tahta geçişin nasıl olacağı ile ilgili bir kavramdır. Osmanlı devleti'nde başlangıçta 'ülke hanedan üyelerin ortak malı' sayılmıştır. Bu sebepten ötürü taht kavgaları çıkmış ve merkezi otorite bazı dönemlerde zayıflamıştır. Birinci Murat döneminde 'ülke, padişah ve oğullarının malıdır.' anlayışı kabul edilmiştir. Böylece yönetim aile içi saltanat haline dönüştürülmüştür. Fatih Sultan Mehmet döneminde ise 'ülke padişahın malıdır.' anlayışı kabul edilmiş ve padişahın kardeşlerini öldürebileceği yasal hale getirilmiştir.

‌ Fatih Sultan Mehmet döneminde taht kavgalarının önüne geçmek ve merkezi otoriteyi güçlü tutmak amacıyla kardeş katli yasallaşmıştır. Devşirme kökenli devlet adamlarının etkinliği artmıştır. Fatih Sultan Mehmet, Divan-ı Hümayun toplantılarına katılmayı bırakmış ve Divan-ı hümayun başkanlığını Sadrazama devretmiştir. Unutmamalıyız ki her şekilde son söz yine padişahtadır. Fatih Sultan Mehmet dönemi ile birlikte Müsadere usulü uygulanmaya başlanmıştır. Müsadere uygulaması devlet yönetiminde yüksek derecede görev yapan devlet adamlarının ölümleri halinde mallarına devlet tarafından el konulmasına verilen isimdir. Amaç miras yoluyla zengin bir sınıf oluşmasının önüne geçmek ve merkezi otoriteyi güçlü kılmaktır.

‌ Cülus: tahta çıkma anlamına gelmektedir. Padişahlar tahta çıktıklarında devlet adamlarına ulemaya ve kapıkulu askerlerine cülus bahşişi dağıtmıştır.

‌ Osmanlı devleti'nde padişahın erkek çocuklarına 'Şehzade' adı verilmiştir sarayın içinde bulunan saray şehzade okulunda temel eğitim alan şehzadeler devlet yönetiminde teorik ve pratik anlamda deneyim kazanmaları için yanlarından 'Lala' adı verilen hocaların eşliğinde sancaklara gönderilmişlerdir. Sancakta bulunan şehzadelere 'Çelebi Sultan' adı verilmiştir. Onyedinci yüzyıldan itibaren sancağa çıkma uygulamasına son verilmiştir. İzmit, Bursa, Kefe, Kırım, Konya, Kastamonu, Kütahya, Manisa ve Amasya gibi şehirler önemli şehzade sancaklarıdır. İkinci Selim döneminden itibaren hükümdar adayı olan şehzadelerin sancağa çıkmasına izin verilmiş ve şehzade sancağı olarak da 'Manisa' belirlenmiştir


Önceki Yayın Sonraki Yayın
No Comment
Yorum Ekleyin
comment url